3 Aralık 2013 Salı

Eziliyorummmmm

Biri 13 diğeri 2,5 yaşında iki çocuğum var. Yani anlıyacağınız biri ergenlikte diğeri iki yaş sendromunda. Büyük olan erkek. Bazen çok güzel anlaşıyoruz, sohbet ediyoruz, gülüyoruz. Bazen ne de söylesem ters anlıyor. Bozulan bilgisayardan, kaybolan eşyalarına kadar herşeyden beni sorumlu tutuyor. Sürekli kavga, gürültü. Boğulacak gibi oluyorum. Karşındaki anlamayınca sen ne söylesen boş, konumlarındayım. Susup oturuyorum. Şu sıralar Anılardaki Aşklar (Çocukluğun ve Gençliği Psikoseksüel Tarihi) adlı bir kitap okuyorum. Dün bir cümleyi okurken tamam dedim işte bu bizim durumumza tam olarak uyuyor. Ergenlik çağlarındaki çocuklar genellikle de erkek çocukları anneyle çatışma halinde olurlarmış. Bunun nedeni de Oedipus Kompleksiymiş. Bu kompleksin ne olduğunu genelde bilmeyen yoktur. Bu kompleks bu yaşlarda daha bir ağır basarmış ki gençte bu duygulardan uzaklaşmak maksadıyla karşıdaki kişiye (yani anneye) nefret dolu davranışlar sergilermiş. Yani bizde bir sorun yokmuş. Oh ne rahatladım ne... Ne olacak şimdi. Ergenlik 24 yaşına kadar sürüyor. Ben daha kaç yıl dayanırım bilemiyorum.
Gelelim bizim küçük hanıma. O da ayrı  bir hikaye. Ben ak desem o kara diyor. Kıyafet konusu ise ayrı bir dert. Onu anlatmaya sayfalar yetmez. İlk ergenlik dedikleri dönemde yani. Sabah gözünü açar açmaz odama gidelim oyuncak oynayalım, boya yapalım. Eve adımımızı atar atmaz yine aynı şeyler. Kesinlikle başka bir işle uğraşmamı istemiyor. İşim var dediğimde 'kimse benimle oynamıyor, hiç arkadaşım yok' diye şikayetler. Bütün gün kreşte oynadıkları sayılmıyor tabii. Dur kızım, tamam kızım... dinleyen kim. Bu sabah yine kıyafet sorunu kapıdan adımımızı atana kadar sürdü. En son artık ağlamazsan akşam sana bir sürprizim var diye susturabildim. Çocuğa rüşvet vermek evet bazen işe yarıyor işte. Napıyım. Bu stresin üzerine bir de arabayı geri geri çıkarırken arkada sessiz sakin park halinde duran arabaya vurmam tuz biber oldu. Çocuklarını okula götürürken beni gören site sakinlerine rezil olmam da bal kaymak... Araba kullanmak üzerine biriktirdiğim tüm özgüvenler bir kaç saniye içinde ayaklarımın ucundan akıp gitti.
Bugün iş yerinde bir arkadaşla çocuklar üzerine sohbet ederken sadece bir çocuk düşündüğünü iki çocuklu ailelerde çocukların birinin mutlaka ezildiğini söyledi. Şöyle bir düşündüm de bizim evde ezilen tek kişi kesinlikle benim. Eziliyorumm.

21 Kasım 2013 Perşembe

ANLIYOR

Bu sabah ve her sabah 
bir gul getirip birakiyor masamin üstüne. 
Sormuyorum onemsemiyorum gülün varlığını. 
Yoksa  güle de mi kirginsin diyor. 
Hem sesi titriyor hem Üzgün bakıyor.
Bir güllük mesafe var aramızda.  
Aşamiyorum. 
Anlıyor.

(Yazarını animsayamadim)

20 Kasım 2013 Çarşamba

Asyam Büyüyor

Merhaba
Evet aylar sonra yeniden yazmaya basladim. Bu blog senin icin günlük olsun istemistim. Ama kendi sıkıntılarım o kadar ağır bastı ki devam ettiremedim. ama yeniden baslamak istiyorum. Gecen zaman icinde hem fiziksel hem bilissel olarak oldukca buyuk ilerleme  gosterdin. Artik kendini cok daha rahat ifade ediyorsun. Kelime haznen cok gelisti. Bunda okulunda etkisi cok fazla tabi. Ekim ayinin sonunda okulunu degistirdik. Agbinle ayni okula gidiyorsun. Seni o kucuk kresten alarak hem kendimiz hem de senin icin en iyisini yaptigimizi dusunuyorum. Orada mutsuz oldugun cok netti. Sen pek fazla belli edemesende ben bir anne olarak cok iyi hissediyordum.Yeni okulunda mutlu oldugun her halinden belli oluyor. Bu da beni cok rahatlatiyor.
Tek sorunumuz iki yas sendromu dedikleri su bana cektirdigin cin iskenceleri. Dibine kadar yasiyoruz birlikte. Aciktiginda ve uykun geldiginde ozellikle. Ve zamanki zamansiz kiyafet krizlerin. Sabah uyanir uyanmaz ben bunu giymiycem diye basliyorsun. Elbise disinda hic bir kiyafeti begendiremiyorum. Onu da her elbise degil tabi. Her sabah once kiyafet secimi basliyor. Babanla tiyatro oynuyoruz adeta sana begendirmek icin. Binbir dille sectigin giysiyi tam giymisken ve cikma uzereyken ani bir kararla vazgecebiliyorsun. Hadi onu hallettik diyelim bu sefer ayakkabi fasli basliyor. O bitiyor tam kapidan disari adimimizi atmak uzereyken ben bu tokayi takmiycam deyip firlatip atiyorsun. Yani anliyacagin bizi denemek icin elinde oldukca cok yol var. Benimse butun bunlarla basedecek sadece sabrim ve sonsuz sevgim var. Bazen ne kadar sabirli olduguma benn bile sasiriyorum. (Okuyana  not. Ne kizmak ne bagirmak care degil boyle durumlarda. Bu olayi daha fazla krize sokar malesef. Yapilacak tek yol dikkatini farkli bir noktaya cekmek. belki bir sarki belki bir masal.Sonucta gecici bir donem bu. Aksi davranislarda bulunmak cocugun ilerki yillarda daha sinirli olmasina yol acabilir.)
Yarin devam edicem. Seni cok seviyorum kucuk tatli balkabagim.

16 Temmuz 2013 Salı

Şu Sıralar...

İlk kez bir Zülfü Livaneli romanı okudum. Serenad. Romanın kurgusu çok profesyonel gelmese de anlattığı olayların gerçekliği beni gerçekten büyüledi. Tarihte yaşanmış gerçek olaylar her zaman ilgimi çekmiştir. Çok yakın bir tarihte böylesi insanı derinden yaralayan olayların olması ve bizim (en azından benim) bilmemem, çok üzücü. Bu kitaptan sonra yakın tarihte dünya genelinde olan katliamları araştırmaya başladım. Bildiğim ve bilmediğim. İnsanın kanını donduracak nitelikte
olaylar. Özellikle Çin tarihinde bir katliam var ki, insan denen varlığın şiddette gelebileceği son sınırlar denilebilir. Nanking Katliamı... Japonların Çin'de gerçekleştirdiği tecavüz odaklı bu akıl almaz işkenceler, binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuş.
Biraz araştırınca her ülkenin tarihinde böyle utanç verici olayların olduğunu görüyorsunuz. Hangi ülke bizde kesinlikle olmadı olmaz diyebilir. Bizim ülkemiz de dahil kim masum bu konuda. Daha bir kaç sene öncesi Çorum'da yaşanan alevi katliamını okuyunca da çok etkilendim. 50'den fazla insanın bir hiç uğruna öldürülmeleri. Ya da en yakın tarihte "Madımak Olayı". Liseyi henüz bitirmiştik. İki arkadaşımla Kuşadasında tatildeydik. Tarih 2 Temmuz. Sivas'ta bir otelin yakılması ve 35 kişinin ölümü. Nasıl bir vahşettir bu. O gün orada benim yaşımda gencecik insanlar vardı. Nasıl açıklanabilir sonraki nesillere? Tarih kitaplarında nasıl anlatılacak?
Şu sıralar kafayı bu katliamlara taktım anlayacağınız. Neden ve nasıl? Kafam cevabını bulamadığım sorularla çok meşgul.

28 Mayıs 2013 Salı

Öyle Ağırım ki Kendime...







Bazenler böyle oluyorum. Ağır, çok ağır... Kaldıramıyorum kendimi. Hani bıraksalar saatlerce kalkmasam olduğum yerden. Bir çuval misali... Ben beni kaldıramıyorum. Elim kolum ağırlaşıyor. Sızlıyor her yanım. En başta yüreğim. Bu yürek değil mi insanı bazen bir kuşa bazen ağır bir yüke çeviren. Yüreğim dolu bir bulut misali boşalacak yer arıyor. Tüm zehrini kusacak bir kaynak. Gittikçe daha ağırlaşıyor. Kaldıramıyorum, küçücük yüreğimi. Nasıl bu kadar doldu? Ne zaman? Ne yapsam olmuyor. Ağırım kendime, çok ağır...

23 Mayıs 2013 Perşembe

Ben bayıldım bunlara...











Kırılan saksıları artık atmıyoruz. Ben çok sevdim bunları en kısa zamana yapmak istiyorum... Merak ederseniz bu siteden....

http://www.cosascositasycosotasconmesh.com/2013/05/jardines-pequenos-en-maceteros-rotos.html?utm_source=feedburner&utm_medium=feed&utm_campaign=Feed%3A+cosascositasycosotasconmesh%2FBwnE+%28.%29

22 Mayıs 2013 Çarşamba

TV'siz Üç Hafta

Evet yanlış anlamadınız televizyonsuz geçen üçüncü haftamızı doldurmuş bulunuyoruz. Nasıl mı oldu? Bizim evde elektrikli eşyalar durup dururken bozuluyorlar. Bilmiyorum belki birçok evde oluyordur ama bizde daha fazla oluyor. Belki de kullanmayla alakalı. Uydu alıcımız da alalı henüz bir yıl bile olmadan ara ara sorunlar çıkarmaya başladı. Evde bu tarz eşyaların tamirinden anlayan tek kişi ben olduğum için bir şekilde tamir ediyordum. Son olarak üç hafta kadar önce bir kanalda sesi kısık olarak kaldı ve kalış o kalış... Belki biraz incelesem yapardım ama hiç uğraşmadım. Çünkü eşimin dizilerinden oğlanın survivorundan artık bıkkınlık geldi. Ben de tv izlemeyi severim. Ama film belgesel tarzı programları... Bir grup insanın saçma sapan yarışmalarda kendilerini parçalamalarını haftanın üç günü seyretmek bana göre değil. Bu yüzden hiç tınmadım. iyi de oldu. Oğlanın 3. sınavları başladı. Dersini çalışıyor tak yatıyor. En azından akşam oldu mu ailece bir kaç kelime sohbet ediyoruz. Ve tv sesi olmadan ev daha huzurlu. Yataktan bile daha dinlenmiş kalktığımızı düşünüyorum.
Daha ne kadar bu şekilde gider bilmiyorum. Sonuçta en azından gündemi takip etmek için bir ihtiyaç, çünkü her gün gazete okuyacak vakti bulamayabiliyorsunuz. Ama şimdilik ailecek TV'siz olmaktan mutluyuz.

17 Mayıs 2013 Cuma

Sadece Şükrettim

Dün Regaip Kandiliydi. Allah böyle günlerde bütün duaları  kabul eder. Dün gece yatmadan ben de dua edecektim. Allah'tan dilediklerim vardı. Kendi içimde saklı... O sırada sen uyandın. Tekrar yatırdım yanına uzandım. Ve bir anda senin o gül yüzünü gördüm. İpek gib isaçlarını, kardan beyaz tenini, anlamlı çatılmış kaşlarını ve her zamanki gibi uyurken parmaklarımı okşayışını. Düşündüm, ben Allah'tan bundan daha güzel daha mükemmel ne isteyebilirim ki. Yüce Allah'ım zaten benim hayal dahi edemeyeceğim iki güzellik vermiş. Biri yanımda en masumane şekilde uyuyor. Diğerinin yan odadan nefes alışını duyuyorum. Bunlardan daha mükemmel ne isteyebilirim ki. İsteklerimin sizin yanınızda ne kadar önemsiz kaldığını düşündüm.
Gözlerimde yaşlar sadece şükrettim bebeğim... SEN ve AĞBİN için şükrettim...
Sabah bana sarılıp öyle içten "Anne seni çok seviyorum, sen benim birtanemsin" dedin ya işte bu herşeye bedel..

26 Nisan 2013 Cuma

Acı

Öylesine dağınıktı ki kafasının içi, dışı; 
her yanını kaplayan acıydı tek var olan. 
Bütün düşüncelerin üstüne çıkabiliyordu demek acı. 
Çok güçlü bir çaba gerekiyor acıyı aşmak için..

Vedat Türkali - Bir Gün Tek Başına
 
Öylesine dağınıktı ki kafasının içi, dışı;
her yanını kaplayan acıydı tek var olan.
Bütün düşüncelerin üstüne çıkabiliyordu demek acı.
Çok güçlü bir çaba gerekiyor acıyı aşmak için..

Vedat Türkali - Bir Gün Tek Başına

12 Nisan 2013 Cuma

Hayatımızda yeni bir dönem başlıyor...

Merhaba

Nedendir bilmem. Ne zamandır yazmak gelmedi içimden. Kaç kere başladım ama bitiremedim yazılarımı. Okuduğum kitapları, seyrettiğim filmleri yazmak gelmedi içimden. Ya da yeni başladığım ve iki arada bir derede olsa yapmaya çalıştığım ahşap ve cam boyama hobimi.
Küçük Kar Tanem Martın 7'sinde iki yaşında kocaman bir kız oldun. Artık daha özgür davranan, bize "bunu da nereden öğrendi" dedirtecek kadar daha fazla kelime haznesi olan,  küçük bir su damlası kadar saf temiz iki yaşında bir kız. Hızla büyüyorsun. iki aydır kreşe yarım gün gidiyorsun. Başlardaki huysuzluklar kalmadı. Ama bu orda da mutlu olmandan mı yoksa artık bu durumu kabullendiğinden mi bilmiyorum. Bunu düşünmek bana acı veriyor. Öğretmenler çok uyumlu ve mutlu bir çocuk olduğunu söylüyorlar. Doğru olduğunu biliyorum ama yine de beni tam rahatlatmıyor.
Pazartesi tam gün gitmeye başlayacaksın. Ben de işe. 3 yıl aradan sonra işe başlıycam. Bugün seni aldıktan sonra uyurken birden içim bir tuhaf oldu. Sana sımsıkı sarıldım ve gözlerim hiç beklemediğim anda doldu. Sanki bize özel o anlar (Allah korusun) bitiyor gibi. Bunun için yani işe başlamak can attığımı sanıyordum. Oysa biliyorum ki şu son iki yıl hayatımın en huzurlu yıllarıydı. Zaman zaman rayından çıksa da tren... Meleğim senin bana ne kadar ihtiyacın var bilmiyorum ama sen benim için su ve hava kadar gereklisin. Seni çok seviyorum... Hayat bizi hiç ayırmasın...

21 Mart 2013 Perşembe

Yardım

Blog takip listem tamamen silinmiş. Bu konuda bilgisi olan var mı?

18 Mart 2013 Pazartesi

Ne ağzımın tadı var, ne tende huzur...

Başlıktan romantik bir yazı tahmin etmiş olabilirsiniz. Ama öyle değil. Tam bu kışı hastalıksız ve antibiyotiksiz atlatıyoruz derken çok şiddetli bir grip hem kızımı hem beni vurdu. Bebeğim üç gece ateşler içinde yandı. Gece yarısı ateşle uyanan bebeğimin ateşini düşürmek için vücudunu yıkadık. Sonra ağlamasını durdurmak için oyuncaklarıyla oynadık. Ateşi düştü ardından ter. Gecede 3 kez üstünü değiştiriyorum. Geniz akıntısı en kötüsü. Tam o biraz kendini toparlamıştı, şimdi de ben per perişan haldeyim. Boğazıma dokunamıyorum. Tüm vücudum sızlıyor adeta. Bir atlatabilsem. Domuz mu? Keçi mi? kuş mu? bu yılki salgının adı.

15 Mart 2013 Cuma

Hollanda'da yaşanan insanlık ayıbı

Bir süredir ATV'nin Hollanda'da yaşananlarla ilgili haberini takip ediyorum. Büyük bir şaşkınlık, üzüntü ve korkuyla . Zavallı ailelerin çocuklarını sudan sebeplerle ellerinden alıp bakıcı ailelere veriyorlar. Küçücük çocukların başına burada cinsel taciz, dayak, uyuşturucu dahil kısacası mide bulandıracak olaylar geliyor. Gerçek aileler ise hiçbir şey yapamıyorlar. Dahası bunları yapanlar alenen yapıyorlar.  Aileler perişan. Bu işlemleri yapan kurum çocuk başına devletten yüklü miktarda para aldığı için daha fazla çocuğu ailesinden koparma derdinde.
Aileler özellikle anne baba ayrılmış, çaresiz ve ekonomik sıkıntı çeken farklı ülkelerden gelenler arasından seçiliyor. Çocuklar ayda bir kez bir saat gerçek ailelerini görebiliyorlar ve ana dillerini konuşmaları kesinlikle yasak. Bir Türk ailenin üç kızı da alınmış. Sebep ailenin çocuklarını kucaklarında taşımaları. Bir anneyi ise 8 yaşındaki oğlundan evin iç duvarlarına sürülen boya yüzünden ayırmışlar. Çocuk bakıcı ailede cinsel istismara uğramış. Seyrederken tüylerim diken diken oldu.
Türk aileler 21 Martta Holanda'da bir gösteri yapacaklarmış. Dilerim bir an önce mağdur aileler çocuklarına kavuşurlar.

2 Mart 2013 Cumartesi

İçim Pır Pır...

Bir süredir yazamadım. Oysa aklımda ne çok şey birikti yazmak isteyip de yazamadığım. Canım bebeğim hızla büyüyor. Hala kreşe bırakırken ağlıyor. İki hafta oldu belki biraz daha zaman gerekiyor alışması için. Tuvalet eğitimimiz son haftada biraz sıkıntılı geçiyor. Önceleri hiç sorun yaşamazken geçtiğimiz hafta kakasını yaptırmak adeta zulüm oldu bana. Kesinlikle oturmak istemiyor. Bebeğim kakası geldiğinde yeni doğmuş tay gibi evin içinde zıplayıp duruyor. "Gelmedi anne gelmedi" Nasıl komik anlatamam. İlk günler biraz sinirlensem de artık sabırla ona göre hareket etmeye çalışıyorum.
Kreşte öğretmenler ben bıraktıktan sonra çok iyi olduğunu hiç sorun yaşamadıklarını söylüyorlar. İnanmak istiyorum. Umarım öyledir. Öyle bir "Anne beni bırakma" deyişin var ki. Ben yine dayanıyorum da babamız hiç dayanamıyor. Dün "ben bir daha gelmem" dedi. Sanki benim için kolaymış gibi.
Ama bir yandan yeni kelimeler öğrendiğini hissediyorum. Zaten güzel olan konuşman sanki bu iki haftada bir nebze daha ilerledi. Şu korkuları da bir atlatsak sanki herşey güllük gülistanlık olacak.
Senden ayrılmak zor olsa da kendime zaman ayırabilmek bana çok iyi geldi. Sabahları yarım saat yürüyüş yapıyorum. Alışverişimi yapıp eve geliyorum. Hızlıca yemek, ev işlerini yapıp bazı günler film bile izliyorum. Mama ve Gün Işığım... Hatta bir iki tane farklı materyallerden duvar süsleri yaptım. Çok rahatlattı. Kendimi daha huzurlu, seni de kreşten aldığımda mutlu ve rahatlamış olduğunu hissediyorum.
Parlak bahar güneşinden midir nedir, gelecekten daha umutluyum. İçimde bir beklenti bir umut var. Ne olduğunu ben de bilmiyorum ama  güzel şeyler olmasını istiyorum ve bekliyorum. Yani içimde bir pır pır hali. Yeniden çalışmak ama bir yandan da bebeğimi ihmal etmemek. Nasıl olacak bilmiyorum ama istediğim bu. Bunu başaran bir çok anne var aslında ben de onlardan biri neden olmayayım. Neyse ben bu yıldan ve bahardan çok şey bekliyorum. Dilerim Allah herkesin ve tabii benimde gönlüme göre verir.


En güzel saklambaç oyunu. Ağbinle oynamak sana ne kadar keyif veriyor. 


Zavallı kedicik. Fazla mıncıklamaya dayanamadı ve sonunda sana küçük bir pati fırlattı. 


Anneannenlerde bir haftasonu. Anne bak ben ne oldum...



19 Şubat 2013 Salı

Yağmur, Ayrılık, Hüzün...

Bugün Ankara yağmurlu. Toprak canlanmış. Yeşilin en güzel tonuna bürünmüş. İnce ince sessiz sakin yağan yağmurla ayrı bir parlıyor. Hava kapalı Ankara grisine boyanmış. Ama yerler sanki ayrı bir güneşle aydınlanıyor gibi berrak.
Saatlerce seyredebilirim. ama içim buruk, huzursuz. Bebeğim ne çok ağladı. Allahım yanlış mı yapıyorum. Anne lütfen deyişin kulaklarımda. Alıp gelsem, öpsem, koklasam geçti kızım bir daha hiç ayrılmayacağız desem... Biraz daha büyük olsan bu kadar dert etmiycem. ama daha çok küçüksün bebeğim. Atlatır mıyız bunu da dersin. Biter mi bu korkular. Sana zarar vermesin. Hala ağlıyor musun arasam mı? ama onlara da güvenmiyorum. Ne diyecekler hala ağlıyor mu? Bir güvenebilsem. Şöyle uzaktan mutlu olduğunu bir görebilsem.
Dayanamadım aradım. Uzaktan bir eeee, e eee sesi geliyordu. Sen olduğunu söylediler. Mutsuz muydun ne? Allahtan yarım gün yoksa nasıl dayanırım sensizliğe.
Bu yağmurlu günler de geçecek bebeğim elbet güneş parlayıp çiçekler açacak...

offff off

Bugün kreş maceramızın ikinci günüydü. Küçük kelebeğim dün hiç bir şeyden habersiz mutlu bir şekilde gitti. Babası ve ben müdürle konuşurken diğer çocuklarla oynamaya gitti. Uzaktan onu seyrettik biraz şaşkın ama çok mutlu görünüyordu. O da bizi gördü, güldü.. Eve çok mutlu bir şekilde dönmüştüm. Hemen bir çırpıda gönül rahatlığıyla, Asya'yla zaman geçirmediğime üzülmeden işlerimi yaptım. Hatta kendime bir hobi bile buldum. Nihayet kendim için bir şeyler yapıyordum. kızım mutlu ben mutluydum. Kendimi tatilde gibi hissettim. Almaya gittiğimde biraz ağlamıştı. Neler oluyor der gibiydi. Elindeki bebeği bırakmak istemedi. Uykusu çok gelmişti. Eve geldik, bebek için biraz ağladı sonra uyudu. Bugün sabah bırakmaya gittiğimizde, bebeği göstererek içeri aldılar arkamdan ağladı sanırım. Bende eve geldiğimde dünkü gibi değildim. İçimde bir burukluk, bir kasılma, hafiften bir kramp durumları... Kızımı özlemiştim.
Almaya gittim yine biraz ağlamıştı ama mutluydu. Beni gördüğü için sanırım. Kreşle ilgili her sorumuza olumsuz yanıt veriyor. Gitmek istemediği her halinden belli. Anne seni çok seviyorum, seni çok özledim diyor sıklıkla. Arada bir benim okulum diyor ya da arkadaşlarının adlarından bahsediyor. Ama benden ayrılmak ona çok zor geliyor tabi bana da ondan ayrılmak. Az önce uyutmaya çalışırken söyledikleri ise beni yıktı. Hiç yapmadığı bir şey yaptı. Ve aniden ağlamaya başladı. okuldan bahsederek, bırakma anne, arkadaşlarla oynamıyacam gibi şeyler söyledi. Bir de "ablalar kızar" dedi. Ablalardan öğretmenleri mi kastediyor bilemiyorum. Acaba ağladığı için kızdılar mı? Eğer öyleyse, ne yaparım. Doğduğu günden beri neredeyse hiç ağlatmadan büyüttüm ben bebeğimi. Şimdi hiç tanımadığım insanların eline attım. Acaba çok mu erken davrandım. Daha zamanı var mıydı? Ama hangi yaşta olursa olsun ilk ayrılmada ağlayacaktır diye düşünüyorum. Benim sıkıntım doğru yer mi seçtim acaba? Burası evimize en yakın ve bu civardaki en düzgün yer. Yani umarım öyledir. Söz konusu kızım olunca güvensizlik diz boyu.
Keşke elimde olsa kimseye bırakmasam bebeğimi. Ama bana yapışık büyümesini de istemiyorum.Hem eninde sonunda işe başlamam gerekecek. Annelik ne kadar zor. Yarın ne yapacağız bilemiyorum eminim sabah evden dahi çıkmak istemeyecek. Dilerim Allah hayırlısı neyse onu bize yaptırsın. Ona zarar verecek herhangi birşey yapmak istemiyorum.

15 Şubat 2013 Cuma

Güzel Bir Blog

Çocuklarla birlikte hatta tek başınıza yapabileceğinin çok güzel faaliyetlerin olduğu bir blog buldum. Belki bileniniz vardır. Ben çok beğendim ve paylaşmak istedim.

http://kiflieslevendula.blogspot.com/

Sevgili Bahar'ın Mimi


Mim:Hangi Şekilde Kitap Okursunuz?

Kitap okumak küçük yaşlarda kazandığım bir alışkanlık. İlkokul bire giderken annemin verdiği harçlıkla çok uzak olan okul yolundaki kitapçıdan her gün bir küçük kitap aldığımı hatırlıyorum. İlkokul üçte başka bir yere taşındık. Bir arkadaşımla ilçe kütüphanesine gidip üye olduk ve o günden sonra hep okudum. Kütüphanede zaman geçirmeyi çok severdim. Birçok kitabın yerini bilirdim. Üniversitede Ankara'da bir ödev için Milli Kütüphane'ye gitmem gerektiğinde önce çok sevindim. Orası çok büyüktü ve ben kitapların arasında dolaşacaktım onlara dokunup seçecektim. Ama hayal kırıklığına uğradım tabiki. Onlara dokunmak ne kelime göremiyorsunuz bile. Ben kütüphanede kitap koklamayı severim.
Rahmetli babam bazen çok roman okuyorum derslerimi ihmal ediyorum diye kızardı. Battaniye altında okuduğumu hatırlıyorum. Ben en çok biyografi okumayı severim. Yaşanmış hikayeler beni hep çok etkiler.
Asya'dan önce çalıştığım dönemde metroda okuyordum. Sabah akşam metroda giderken çok kitap bitirdim. Bazen evde de okurdum ama daha çok yolda. Son iki yıldır pek okuyamıyordum. Bir kaç çocuk yetiştirmeye dair kitap dışında. Birazda bu yüzden bıkkınlığım. Geçen hafta yeni bir kitap aldım. Ve yutar gibi okumaya başladım. Ama sadece Asya uyurken ve onu uyuturken okuyabiliyorum. Çünkü kesinlikle okutmuyor ben okuycam diye elimden çekip alıyor. Çok özlemişim kesinlikle ve okumak istediğim çok kitap var. Dilerim çocuklarım da severler kitapları.

Günde Bir Sigara Çok Mu?

Ben günde bir tane sigara içerim. Öğlene kadar işlerimi yapar, Asya'nın yemeğini yedirir, uyutur ve nihayetinde balkona çıkar ve tadını çıkara çıkara bir sigara. Sonra koşturmaya devam. O bir sigarayı içerken aklıma Cem Yılmaz'ın Organize İşler filmindeki bir repliği gelir hep. Hani Yılmaz Erdoğan ve adamlarını dövmeye hazırlanırken, golf oynuyordur ve sorar "Günde bir saat golf oynuyorum. Çok mu?" diye. Hemen hemen her içişimde bu sözü hatırlarım ve gülümserim kendi kendime. Günde bir sigara içiyorum çok mu?
O bir sigara gün içinde kendim için yaptığım yegane bir şey gibi gelir. Bütün o koşuşturmacalar arasında kendime bir ödül gibi. Bütün gün içmeyip birden içince verdiği o hafif baş dönmesini, rahatlamayı severim. Gün içinde hayata bir es gibi. Zamana bir dur gibi. Sanki bütün gün boğuluyor da o bir sigarayla bir nefes almak gibi.....

Kreşe başlıyoruz...

Evet günlerdir hatta ayladır süren kıvranmalarım sonunda nihayete erdi. Bugün aniden karar verdim ve Asyayı kreşe yazdırdım. Pazartesi yarım gün olarak başlıyor. Kreş evimize çok yakın. Hemen yolun karşısında. Daha önce kızını oraya vermiş olan bir tanıdıktan ve tanıştığım bir kaç kişiden aldığım olumlu yorumlar ve edindiğim olumlu izlenimler sonucu kesin kararımı verdim. Ama epey bir gelgitler yaşadım son bir kaç aydır.
Hem onun hem de benim için sanırım en doğru kararı verdiğimi düşünüyorum. Çünkü bu kadar evde durmak bana yeterli. Ben ev hanımı olarak yaratılmamışım onu anladım. Kesinlikle dünyanın en zor ve en nankör mesleği ev hanımlığı. Ha işe başladığında yine aynı işleri yapmıyacak mısın? diye sorabilirsiniz. Yapıcağım tabii. Hele benimki gibi suya sabuna dokunmayan bir eşiniz varsa, her işi kendiniz yaparsınız. Ama bütün gün evde oturmak bana göre değil.
Küçük meleğim, kreşteki yetkiliyle görüşmem bittikten sonra bir saatliğine orada bıraktım. Beni hiç aramamış. Tam Asya'dan beklediğim bir davranış. Çünkü Asya mutlu olduğu yerde kalmayı tercih eden, kolay mutlu olan ve kendini sıkmayan bir çocuk. Bu genleri babasından almış neyseki. İki yılı birlikte geçirmemize rağmen bana yapışan bir bebek olmadı. Bu beni çok mutlu ediyor. . Umarım hep böyle olursun. Almaya gittiğimde bana yaklaşıp "anne seni çok seviyorum" dedi ve kaçarak tekrar oynamaya gitti. Müdür artık kapattıklarını söyledi ve zorla çıkardık. O da benim kadar evde olmaktan sıkılıyor sanırım. Bakalım pazartesi neler yaşayacağız.

5 Şubat 2013 Salı

Baharla Gelen Yalnızlık...

Şubat ayının başında bir bahar havası var bugün Ankara'da. Her yer ışıl ışıl parlıyor. Sanırsın bir iki güne kalmaz çiçekler açacak. Böyle havalarda yalnızlık daha fazla acıtıyor insanın canını. Her şey cıvıl cıvılken sende konuşup gülmek dertleşmek istiyorsun. İstiyorsun ki yanında sevdiklerin olsun. Hemen elin telefona gidiyor. Kimi arasam acaba... Ama arayabileceğin herkesi zaten yakın zamanda aramışsın. Bir yere gitsem diyorsun. Biri daha iki yaşında, diğeri seninle dolaşmayı istemeyecek yaşta olan iki çocukla çok fazla seçeneğin olmadığını görüyorsun. Üstelik büyük olan almış başını çoktan çıkmış dışarı. Keşke çocuk olsam diye geçiriyorsun içinden. Yapacak bir şey yok. Kendini bilgisayarın kollarına bırakıp, tüm sevgini yalnızlığını onunla paylaşmaktan başka...
İşte ben bu yüzden soğuk kış günlerini daha çok seviyorum...

4 Şubat 2013 Pazartesi

Güzel Bir Pazar Gününün Ardından...

Dün yatana kadar oğlumla puzzle yaptığımızdan ve bugünkü yoğunluktan ancak şimdi yazma fırsatı bulabildim. Dün ailecek güzel bir pazar geçirdim. İyi bir kahvaltının ardından seni uyutup kuaföre gittim. Uzun zamandır saçlarımı sarı istiyordum ve dün kararımı uyguladım. Koktuğum gibi olmadı ve beğendim. Geldiğimde uyanmıştın, yemeğimizi yedik. Hava çok güzeldi ve hep birlikte Atlantise gittik. Elimizde lazımlığımızla tabi. Büyükçe bir poşete koyduk ve arabadan indikten sonra baban taşıdı. Biraz komik bir görüntü oldu. Gezi boyunca iki kez kullandık ve hiç kaza olmadı:))
Bir ayakkabı dükkanında şemsiyeleri görünce hemen koştun ve bir tane aldın. Orda ayyakkabı deneyen birine gittin ve "bu şemsiye ne kadar" diye tane tane sordun. Çok şaşırdım. Çünkü bu şekilde sorman onun parayla alınacağını, bir değeri olduğunu, beğendiğin her şeyi alıp gidemeyeceğini bildiğin anlamına geliyordu. Ve daha bir çok şeyin..

31 Ocak 2013 Perşembe

Cuk Cuğa Veda...

Evet nihayetinde emmeye veda ediyoruz. Bugün ikinci gündü. Ama öyle güzel yanaşıp, beni okşayıp "hadi anne yatağa gidip meme yapalım" diyorsun ki, içim eriyor. Bazen boşverip aman versem mi diye düşünüyorum. Sonra vazgeçiyorum. Bu şekilde yemekleri daha iyi yiyeceksin. Ama uykuya dalman zor oluyor. Maalesef sallamak zorunda kalıyorum. Şimdilik yapacak bir şey yok. Emerek uyumaya alışkınsın çünkü. Geceleri emiyorsun şimdilik. Emmeye veda ederken biraz hüzünlü de olsa bana yaşattığın bu güzellik için sana sonsuz teşekkürler bebeğim.

Asya Ve...

Asya ve Bebekler:  En sevdiğin oyuncaklar hep bebeklerin oldu. İlk bebeklerini teyzen almıştı. Zamanla çoğaldı da çoğaldı. Şimdi sanırım küçüklü büyüklü 30'a yakın bebeğin var. Ama eskisi kadar iştahla oynamadığını hissediyorum. Ya çok olduklarından ya da artık ilgi alanlarının değişmesinden. Ama seni onlarla oynarken seyretmek çok zevkli. Onları uyutuyorsun, yemek yediriyorsun, bazen çişleri geliyor. Bazen de kaybedip kızarak arıyorsun.

Asya ve Kalem:  Sen kalemi keşfettikten sonra senin için yeni bir dünya açıldı. Artık çok sevdiğin yeni bir oyuncağın olmuştu. Zavallı oğlum senden gizli ders çalışmak zorunda kaldı. İlk zamanlar onun elinde hangi kalemi görsen istiyordun. İlk kurban da onun odasının duvarları oldu böylece. Duvarlar senin ilk eserlerinle doldu. Sonra kendi odan, koridorlar ve nihayet salon. Önceleri hiç üşenmeyip sen her uyuduğunda duvar silme seansları yapıyordum. Epey bir kas yaptım. Ama baktım baş olmuyor. Bende bıraktım. Şimdi teyzenin deyimiyle evimiz "köprü altları" gibi oldu. Ama senin de bu arada çizim yeteneğin epey gelişti. :)

Asya ve Resim Yapmak:  Resim yapmaya da bayılıyorsun. Bir sarmal yapıp içine göz, kaş yapıyorsun. Tabi olabildiği kadar. Bazıları epey benziyor. Renklerle ilgili şarkımızı söylüyoruz resim yaparken hoşuna gidiyor. Parmak boyasını ilk denememiz çok başarılı değildi. Halıyı yıkatmak zorunda kaldım. Ve iki ay kadar ara verdik. Geçenlerde bu kez mutfakta tekrar yaptık. Etraf önceki kadar çok batmadı. Ama ellerinin o şekilde boyanmasında çok hoşlanmıyorsun.

Asya ve Legolar:  Yazın aldığımız ve çok ilgini çekmeyen legolar geçen aydan bu yana sana keyif vermeye başladı. En azında çarçabuk sinirlenip kafama fırlatmıyorsun. Daha uzun süre oynuyorsun. Hatta geçen gün aylar önce aldığım ahşap puzzleını ilk kez tam olarak yaptım. Ama sadece bir kez, ikincide yine fırlattın. Bu tarz oyuncak ve oyunlar çok ilgini çekmiyor. Hatta bazen tam bir Montessori düşmanı oluyorsun. Mandal getiriyorum oynaman için atıyorsun, bardaktan bardağa boşaltma oyununu denedim bir kez yaptın ve istemedin. Acaba basit mi geliyor diye düşünüyorum.

Asya ve Kitaplar:  İşte en sevdiğin oyuncakların. Büyük küçük, kalın ince, resimli resimsiz fark etmiyor. Ağbinin kütüphanesindeki bütün kitaplara bayılıyorsun. Senin kitapların arasında favorin tabii ki "Güzel ve Çirkin". Zavallı kitap o kadar yıprandı ki yapıştırılmadık sayfası kalmadı. Her sayfasını ezbere bildiğin halde bazı gün bir kaç kez okuyoruz. Bir de dergilerin var. İçinde hayvan resimleri olan dergileri çok seviyorsun.Her gördüğün hayvanın ismini söyleyip çıkardığı sesi taklit ediyorsun. Seninle dergi bakmak benin içinde çok zevkli.


Asya ve İngilizce:  Şimdiden bir kaç İngilizce şarkıyı söyleyebiliyorsun. Twinkle little star, five little monkey, baa baa sheep bunlardan. Ayrıca hayvan isimlerinde bazılarının da  İngilizcelerini biliyorsun. Bugün ilginç bir şey oldu. Kanepede zıplarken "anne bak jump yapıyorum" dedin. Sana bunu öğretmemiştim. Five little monkey şarkısından bu kelimeyi öğrendiğini düşünüyorum. Çok hoşuma gitti. Umarım ilgin hep böyle devam eder.

26 Ocak 2013 Cumartesi

Bu Tehlikeli Bir Şey Anne!


Bence bugünü en iyi ifade eden söz bu. Bugün, dün aniden artık bez kullanmayacağım diyerek çıktığımız tuvalet eğitimimizin ikinci günüydü. Ve sen küçük kelebeğim beni hiç yormadın. Yine iki, üç kazamız oldu ama dert değil. Çünkü daha dün bir, bugün iki…J
Bugün ilk kez kakanı da yaptın lazımlığa. En çok bundan korkuyordum. Çünkü ağbinde kötü tecrübelerim vardı. Artık kolaylıkla oturuyorsun lazımlığa. Ama gözlerini koskoca açıp benim gözlerime bakıyorsun. Sanki en ufak bir alarmda fırlayacakmış gibi. Ben gülümsüyorum seni ürkütmemek için.
Bugün beni yine çok şaşırttın. Günler önce çatal için sana “Asya bu tehlikeli bir şey eline batabilir” demiştim. Hatta acıtmadan biraz eline batırmıştım ki sana zarar verebileceğini anlaman için. Bugün sen aynı kelimeleri lazımlık için kullandın. Lazımlığın iki yanına sımsıkı yapışmış şekilde “anne bu çok tehlikeli bir şey” dedin, iki kez. Çok şaşırdım ve hoşuma gitti. Sanırım içine düşeceğini ya da canını acıtacağını düşünüyorsun. Bir bilsen ki hayatta daha ne zorluklar var böyle atlatman gereken. Büyümek sancılı bir yol bebeğim. Dilerim bu yolda hiç yorulmazsın ve bütün tehlikeleri kolaylıkla atlatırsın.
Çok hızlı büyüyorsun. Ve ben sana yetişemiyorum hissine kapılıyorum. Seni çok seviyorum…

25 Ocak 2013 Cuma

Bol Çişli Bir Günün Ardından…


Dün akşama doğru seninle hem alışveriş yapmak hem de biraz dolaşmak için anneannenle birlikte çıktık. Kağıt bezin bitmişti. Marketten dönerken serviste bir anne ve kızı da vardı. Anne, kızının senin yaşlarındayken bezi bıraktığını söyledi.
Aslında 18 aylıktan itibaren ilk sinyalleri vermeye başlamıştın. Birçok kez anne çişim geldi dediğin hatırlıyorum. Ama okuduğum kitaplar 20 aydan itibaren tuvalet eğitiminin başlaması gerektiğini söylüyordu. Erken davranıp yanlış yapmak istemedim. 20 aylık olduğunda büyük bir hevesle sana üzerinde sincaplar olan bir tuvalet adaptörü aldım. Çok beğendin ama asla oturmadın. Beni “sincapa çiş yapacam” deyip banyoya götürüyordun sonra lavaboda suyla oynamaya başlıyordun.
Sonra bir lazımlık almaya karar verdim. Ama nasıl bir şey alacağımı bilemiyordum. Uzun süre araştırdım. Babanla gittiğimiz her alışveriş merkezine, her mağazaya baktık. Beğenemiyorum, beğenmiyorum…  Hatta bir gün bir alışveriş merkezindeki lazımlığı yine es geçiyordum ki sen kucağımda avaz avaz bağırmaya başladın “Çişimi tuvalete yapıcam”
Ertesi gün baban ilk gördüğü lazımlığı aldı. Olabilecek en sıradan ve basit lazımlık. Bayıldın.. Çekilin yoldan Asya geliyor… Onu araba yaptın… Giysilerin varken oturuyordun zaman zaman. Ama popon açıkken kesinlikle oturtamadık. Çok da üstelemedim. Ama her bezini değiştirme fasıllarında artık zamanının geldiğini tuvalete yapman gerektiğini konuşuyorduk. Bazen bebeklerinin çişini yaptırdık.
Bugün ilk bezini çıkarırken aniden yenisini takmama kararını verdim. Yarım saatte bir lazımlığa oturmak için gittik. Ama ne mümkün, altın açıkken kesinlikle oturmuyorsun. Çeşitli yollar denedim akşama kadar. Çok sevdiğin bir kitapla şantaj mı yapmadım, hayatında iki kez yediğin lolipopla rüşveti mi denemedim. Hatta bir ara bir parmağım yukarda seni tehdit ederken buldum kendimi, hemen indirdim tabi. Hiçbiri işe yaramadı. Tabi bu arada banyo ağzına kadar çişle ıslanmış giysilerinle doldu. Yarın ne giyeceksin bilmiyorum… Bir ara pes etmeyi düşündüm. Altına bez bağlayacaktım. Ama intte okuduğum bir yazı bu işe başladıysanız kesinlikle tekrar beze dönmeyin yazıyordu. Hayda kaldık mı iki arada… Diye düşünürken ve benimde artık pilim bitmişken aklıma son bir fikir geldi. Hadi bebeklerine havuz yapalım dedim ve koşarak banyoya gittik. Küçük bir leğene su koyduk ve sen hiç itiraz etmeden lazımlığa oturdun. Oturmakla da kalmadın ilk çişini yaptın. Hemen teyzeni aradık müjdeyi verdik babanı da aradık ama ulaşamadık. Yatana kadar üç kere yaptın. Yarın ne olacak merak ediyorum. Bir kere baş koyduk bu yola. Hayrola….

24 Ocak 2013 Perşembe

İLK Mimim


Merhaba 23 aylık bebeklerin genel özelliklerini araştırırken tanıştığım bloğu ile bana geç de olsa yeni bir dünyanın kapılarını açan sevgili Bahar, işte ilk mimim.

Şu an olsa çok sevinirim.
Kızımı gözüm arkada kalmadan bırakabileceğim, evimize yakın bir kreş bulsam. Çocukların yaz, kış oynayabilecekleri benim de çiçek, sebze ve meyve yetiştirebileceğim bahçeli bir evim olsa, 

Şimdi orada olmak vardı
Aslında şimdi olmak istediğim yerdeyim. Ama bir süre önce görür görmez vurulduğum Avusturya’daki bu kasabada da olsam fena olmazdı.

  
Neleri özlüyorum.

İşte bu beni can evimden vurur. Tam bir eski günler manyağıyım çünkü. Geçmiş iyide olsa kötü de olsa özleniyor nedense. Geçmişten neyi özlemiyorum ki. Çocukluğumu, eski arkadaşlıkları, çocukluğumun geçtiği sokakları, kokuları, tatları ve tabi en önemlisi babamı..
Ama geçmişten bir enstantene istersen…
Bir kış günü, Pazar sabahı.. Masmavi gökyüzü, bembeyaz bulutların arasından bir görünüp bir kaybolan güneşin parlak ışıkları erimeye yüz tutmuş karların üzerinde parlıyor. Evimizin içi annemin sabah yaktığı ama artık sönmeye yüz tutmuş sobanın sıcaklığıyla dolu. Arada sobaya gidip yapışıyorum. Canım acıyana kadar bekliyorum. Ve fonda TRT’nin Pazar Konseri.
Sırf bu anı hissetmek için her Pazar mutfakta kahvaltıyı hazırlarken radyo 3’ü açıyorum sonuna kadar. Hele birde yerde kar, gökyüzünde güneş varsa değmeyin Pazar keyfime.


Çok severim.

Başarılı olmayı. Okumayı, Ailecek film izlemeyi. Desperate Housewife'n her bölümünü en az üç kez seyretmeme rağmen tekrar tekrar izlemeyi. Oğlumla o okuldan geldikten sonra sohbet etmeyi. Kızımla kitap okumayı (Ama güzel ve Çirkin olmasın lütfen ezberledim artık günde on defa da okunmaz ki)

Nefret ederim.

Bencillik. Umursamazlık. Hiçe sayılmak

Bugünlerde çok fazla dinledim.

Bugünlerde çok fazla müzik dinleyemiyorum. Ama kızımla küçüklüğünden beri Cibelle - Green Grass, Frank Sinatra - I Love You Baby dinleyip zıplamaktan keyif alıyoruz.

 

Şimdiki ruh halim.
Yorgun, biraz tedirgin ve umutlu

Teşekkürler…

Biz cuk cuksuz ne yapacağız?


Bizi gören herkes bırak artık şu memeyi kocaman oldu neredeyse iki yaşına girecek, bir faydası kalmadı, süt su oldu, sana da yazık diyorlar.  Ben de biliyorum. Nasıl bilmem iki yıla yakındır, yataktan dayak yemiş gibi kalkıyorum. Arabada, alışverişte, misafirlikte, takside “Anne cuk cuk” diyeceksin diye aklım çıkıyor. Ama daha arabaya biner binmez başlıyorsun. Cuk, cuk, cuk cuk…
Bazen benimde kolayıma geliyor, yalan değil. Gecenin en güzel anlarında, sen kıvranmaya başlayınca ağzına memeyi veriyorum ve abuk bir şekilde de olsa uyuyorum.
Her ne kadar iki yaşına kadar anne sütünün bağışıklığı güçlendirdiğini düşünsem de bazen dayanılmaz oluyor bu da doğru. Özellikle vücut şeklimin bozulduğunu düşünmek beni üzüyor.
Ama gerçeği söylemek gerekirse memeden seni nasıl keseceğimi de bilmiyorum. Çünkü ağbini hiç emziremedim. O yüzden sen doğduğunda o ne zaman isterse o zaman bırakıcam gibi ütobik laflar bile ediyordum. İstiyorum ki bu işi en doğru zamanda, en doğru şekilde yapayım. Göğsüne kıl yumağı yapıştır falan diyorlar. Ama eminim sen çekip alır tekrar emmeye devam edersin.
Bir kitapta memeyi bırakmaya anne ve bebek beraber karar verir diyordu. Galiba o kitabı yazan bir erkekti.
Biliyorum sen de artık yavaş yavaş zamanı geldiğinin farkındasın. Çünkü gündüzleri meme istediğin zaman hınzır gülücükler atıyorsun. Gelip beni (aslında göğsümü) okşuyor, hayran hayran bakıp ardından patlatıyorsun “Anne cuk, cuk istiyom”. Ya da bebeğini veya dün yaptığın gibi eşeğini getirip, emmek istiyor deyip sonra tam ben onu emziriyor gibi yapacakken sen oyuncağı elimden alıp fırlatıyor ve aç bir kurt gibi saldırıyorsun. Bense sadece izliyorum. Ve düşünüyorum “biz cuk cuksuz ne yapacağız?”…

22 Ocak 2013 Salı

Mucize Bebeğime


Canım kızım…
Seni ve bizi sana anlatmak için çıktım bu yola. İstersen sana neden Kar Tanem dediğimle başlayayım.
Sen benim mucize bebeğimsin.  Neden mi? Sana hamile kalmadan önce doktora kontrole gittiğimde doktorum bana bende her iki yumurtalıkta da çikolata kisti olduğunu ve kesinlikle çocuğum olamayacağını söyledi. Ameliyat olmam gerekiyordu ve Ağustos ayı için gün alındı. Sanırım Haziranda ben tekrar doktora gittim ve hamile olduğumu öğrendim. Doktor çok şaşırdı ve düşük riskimin olduğunu söyledi. Her hafta kontrole gidecektim. Yalan değil ilk zamanlar her an düşük olabilir diye bekledim. Olsun diye değil ama. Bir hafta sonra gittiğimde bir de ikizin olduğunu öğrendik. Doktor yine hayretler içinde… Ama onun büyümeyebileceğini de belitti. Öyle de oldu. O yok olurken, seni besledi. Hamileliğim yaşımın ileri olmasından mıdır nedir, zaman zaman ağır geçti. Çünkü idrar yolları iltihabıyla başlayıp, dönemin bütün moda griplerini geçirdim. Sonuncusunda 10 iğne…
7 Mart 2011, Pazartesi, saat 10:30’da dünyaya gözlerini açtın. Cumartesi doktorumuza son kontrole gittiğimde, “pazartesi bebeği artık alalım Arzu” dedi. “Tamam” dedim. İki gün sonra doğacaktın, ertesi gün de seni alıp evimize gelecektik ve hayatımıza kaldığımız yerden bir fazla devam edecektik ama ÖYLE OLMADI.
Ben, anneannen ve baban o sabah erkenden hastaneye gitmek için yola çıktık. Meğer o gün son 7 yılın en soğuk günüymüş. Resmen tipi var. Kar, kış, kıyamet…
Odamın penceresinden dışarıyı seyrettim. Eğer bir hastane odasında olmasam saatlerce seyredebilirdim. En sevdiğim manzaradır kış manzarası. Sen böyle bir günde doğdun. Küçük bir kar tanesi.. Eşsiz, benzersiz, özel…
Sen doğduktan 1 saat sonra ben derin acılarla kıvranırken seni yanıma getirdiler. Allahım sanki bir çift kırmızı gül yaprağı dudakların… Gözlerin kapalı ama olmayan kaşların tıpkı şimdi bize kızdığın zamanlarda yaptığın gibi çatık. Seni emzirmeye çalıştım. Biraz emdikten sonra bıraktın. Yorgunluğuna verdik. Sonra tekrar ve tekrar. Her seferinde daha az emdin. Ve bir süre sonra hiç emmez oldun. Hemşirelerin giydirdiği eldivenlerini çıkardığımda tırnaklarının morarmış olduğunu gördüm. Biraz endişelendim ama kontrole gelen doktor her seferinde “bebeğin gayet iyi annesi” deyip gidiyordu.
Bu, gece 3’e kadar devam etti. Bir hemşire fark etti hastalığını hemen seni aldılar ağlata ağlata serum taktılar. Babanı çağırdım. Bebek yoğun bakım bölümü olan başka bir hastaneye gitmen gerekiyordu. İnanılmaz bir tipi var. Ambulansla giderken, küçük bir kaza bile atlattınız. Ve seni benden ayırdılar. Tam 18 gün…
Ertesi gün oranın doktorunu seni sormak için aradığımda hemşire doktorun bir müdahalede olduğunu cevap veremeyeceğini söyledi. Arkadan bir bebeğin ağlama sesleri…
Meğer o bebek senmişsin. Seni bağırta bağırta acilen göğsünü delerek tüp takmaları gerekmiş. O gün seni görmeye gittiğimizde orada ölebilirdim. Her yanından tüpler kablolar geçiyordu, zor nefes alıyordun. Meğer anne karnında zatürre mikrobu kapmışsın. Doktor Allahtan ümit kesilmez diyor. Ben ümitsiz, çaresiz…
Ama sen güçlüydün. İlk birkaç gün durumunda bir değişiklik olmadı. Çaresizce yanına gelip sana bakıp ağlaya ağlaya dönüyordum. Bomboş akan sütlerimi biriktirmek bile beyhude geliyordu. Sonra bir gün hemşire benden süt istedi. Artık damardan değil biberonla besleyeceklerdi seni ve ben her gün poşet poşet sana süt getirdim. Bir gün seni yine ziyarete geldiğimde hemşire göğsümü açmamı seni kucağıma vereceğini söyledi. İnanamadım, dünyalar benim oldu.Daha da güzeli göğsüme verir vermez senin memeye saldırışın. Hem ağlıyorum. Hem emziriyorum. Diğer göğsümden sütler yerlere akıyor. Gözyaşım süte, sütüm gözyaşına karışıyor ve sen emiyorsun. Mucize gibi…
Her geçen gün daha güçleniyorsun. Hatta benim odaya girdiğimi çıktığımı hissedip ona göre tepkiler veriyorsun. Küvözü ayaklarınla çıkmak istercesine tepiyorsun. Hemşireler şikayet etmeye başlıyorlar ve bir iki gün daha kalman gerekirken, seninle 18 gün sonra aynı yatağı paylaşıyoruz. O gün bugündür…

21 Ocak 2013 Pazartesi

Kış Güneşinde Bir Bahar Dalı


Kışın ortasında çok güneşli bir güne uyandık bugün. Dışarı çıkmayı ne kadar çok seviyorsun. Hemen “apakalarımı giyecem” diye koştun. Ve gözlüğün… Bu sıralar gözlükle dışarı çıkmaktan çok hoşlanıyorsun. Çıkmadan takıyor ve eve gelene kadar hiç çıkarmıyorsun. Güneş gözlüğüne çok tahammül edemeyen biri olarak bana ilginç geliyor. Bugün ilk defa bebeklerinden birini de dışarı çıkarmak istedin. Taşımakta zorlansan da bana vermedin. Önce kuşların yemesi için kuru ekmekleri bir ağacın altına döktük. Sen kuşları çağırdın. “Gelin memek yiyin”
Biraz dolaştık ve evin yakınlarında bir kreşi görmek amacıyla gittik. Hiç beğenmedim. Dilerim zamanı geldiğinde seni böyle bir yere bırakmak zorunda kalmam. Çocukların yattıkları yer resmen idrar kokuyordu. Doğduğun günden itibaren elimden geldiğince hijyenik bir ortamda seni büyütmeye çalışırken, nasıl öyle bir yere bırakırım. Ben asıl oradaki çocuklara üzüldüm. En küçüğü 16 aylık. Ve anneler, hangi anne çocuğunu öyle bir yerde görmek ister.
Evimize geldiğimizde iyice yorulmuştun. Yemeğini yedikten hemen sonra uzun bir öğle uykusu.
Dilerim işe başlayana kadar her günümüz bir önceki günden özel olur. 

İlk Yazım




Hayatıma, hayatımıza girdiğin ilk günden bu yana hep umut ışığımız, gülen yüzümüz oldun. Bir bahar çiçeği kadar taze, bir kardelen kadar güçlü oldun hep. Seninle gülmeyi güldürmeyi yeniden anımsadık sanki. Hani “anne ben üzülmüyorum, mutlu oldum bak” diyorsun ya, hani gözlerin kapanıncaya kadar gülüyorsun ya, işte o zaman yaşadığımı nefes aldığımı hissediyorum. Kitaptaki bir böceğin ağlamasına dahi üzülüp o minik ellerinle teselli eder gibi okşayıp “ağlama, ağlama” diyorsun ya, işte o zaman ben de kalbinin o sonsuz sıcaklığına ve ve şefkatine sığınıyorum. Küçük sevgi dolu kalbin benim büyük ama katılaşmış kalbimi eritip adeta kendi içine alıyor. Ben sen oluyorum. Ne çok şey var seninle ilgili yazmak istediğim. Neredeyse iki yıl oldu aramıza katıldığın. Ama onlarca şey birikti, taştı. Seninle ilgili tüm bu güzelliklerin sadece bende kalması olmazdı, minik kuşum. Her gün onlarcasını yaşadığım bu mutlulukları sadece kendime saklarsam hem benim naçiz zihnimde birer birer yok olup gidecekler hem de sen büyüdüğünde bunları okuyamayacaktın.
İşte bu yüzden açtım bu bloğu. Sana seni anlatmak için. Sana seninle değişen güzelleşen hayatımızı anlatmak için. Bize kattığın tüm güzellikleri, seninle paylaşmak için.
Adını da Kar Tanem koydum. Neden Kar Tanem koyduğumu, başka bir yazımda uzun uzun anlatacağım.
Kimse okumasa da bir gün bu yazdıklarımı senin okuman umuduyla hep yazmaya devam edeceğim. Senin için ve belki kendim için… Küçük Kar Tanem…
Hadi yine saklambaç oynayalım. Ve sen saymaya başla; “Bir kar tanesi, iki kar tanesi, üç kar tanesi…..”