31 Ocak 2013 Perşembe

Cuk Cuğa Veda...

Evet nihayetinde emmeye veda ediyoruz. Bugün ikinci gündü. Ama öyle güzel yanaşıp, beni okşayıp "hadi anne yatağa gidip meme yapalım" diyorsun ki, içim eriyor. Bazen boşverip aman versem mi diye düşünüyorum. Sonra vazgeçiyorum. Bu şekilde yemekleri daha iyi yiyeceksin. Ama uykuya dalman zor oluyor. Maalesef sallamak zorunda kalıyorum. Şimdilik yapacak bir şey yok. Emerek uyumaya alışkınsın çünkü. Geceleri emiyorsun şimdilik. Emmeye veda ederken biraz hüzünlü de olsa bana yaşattığın bu güzellik için sana sonsuz teşekkürler bebeğim.

Asya Ve...

Asya ve Bebekler:  En sevdiğin oyuncaklar hep bebeklerin oldu. İlk bebeklerini teyzen almıştı. Zamanla çoğaldı da çoğaldı. Şimdi sanırım küçüklü büyüklü 30'a yakın bebeğin var. Ama eskisi kadar iştahla oynamadığını hissediyorum. Ya çok olduklarından ya da artık ilgi alanlarının değişmesinden. Ama seni onlarla oynarken seyretmek çok zevkli. Onları uyutuyorsun, yemek yediriyorsun, bazen çişleri geliyor. Bazen de kaybedip kızarak arıyorsun.

Asya ve Kalem:  Sen kalemi keşfettikten sonra senin için yeni bir dünya açıldı. Artık çok sevdiğin yeni bir oyuncağın olmuştu. Zavallı oğlum senden gizli ders çalışmak zorunda kaldı. İlk zamanlar onun elinde hangi kalemi görsen istiyordun. İlk kurban da onun odasının duvarları oldu böylece. Duvarlar senin ilk eserlerinle doldu. Sonra kendi odan, koridorlar ve nihayet salon. Önceleri hiç üşenmeyip sen her uyuduğunda duvar silme seansları yapıyordum. Epey bir kas yaptım. Ama baktım baş olmuyor. Bende bıraktım. Şimdi teyzenin deyimiyle evimiz "köprü altları" gibi oldu. Ama senin de bu arada çizim yeteneğin epey gelişti. :)

Asya ve Resim Yapmak:  Resim yapmaya da bayılıyorsun. Bir sarmal yapıp içine göz, kaş yapıyorsun. Tabi olabildiği kadar. Bazıları epey benziyor. Renklerle ilgili şarkımızı söylüyoruz resim yaparken hoşuna gidiyor. Parmak boyasını ilk denememiz çok başarılı değildi. Halıyı yıkatmak zorunda kaldım. Ve iki ay kadar ara verdik. Geçenlerde bu kez mutfakta tekrar yaptık. Etraf önceki kadar çok batmadı. Ama ellerinin o şekilde boyanmasında çok hoşlanmıyorsun.

Asya ve Legolar:  Yazın aldığımız ve çok ilgini çekmeyen legolar geçen aydan bu yana sana keyif vermeye başladı. En azında çarçabuk sinirlenip kafama fırlatmıyorsun. Daha uzun süre oynuyorsun. Hatta geçen gün aylar önce aldığım ahşap puzzleını ilk kez tam olarak yaptım. Ama sadece bir kez, ikincide yine fırlattın. Bu tarz oyuncak ve oyunlar çok ilgini çekmiyor. Hatta bazen tam bir Montessori düşmanı oluyorsun. Mandal getiriyorum oynaman için atıyorsun, bardaktan bardağa boşaltma oyununu denedim bir kez yaptın ve istemedin. Acaba basit mi geliyor diye düşünüyorum.

Asya ve Kitaplar:  İşte en sevdiğin oyuncakların. Büyük küçük, kalın ince, resimli resimsiz fark etmiyor. Ağbinin kütüphanesindeki bütün kitaplara bayılıyorsun. Senin kitapların arasında favorin tabii ki "Güzel ve Çirkin". Zavallı kitap o kadar yıprandı ki yapıştırılmadık sayfası kalmadı. Her sayfasını ezbere bildiğin halde bazı gün bir kaç kez okuyoruz. Bir de dergilerin var. İçinde hayvan resimleri olan dergileri çok seviyorsun.Her gördüğün hayvanın ismini söyleyip çıkardığı sesi taklit ediyorsun. Seninle dergi bakmak benin içinde çok zevkli.


Asya ve İngilizce:  Şimdiden bir kaç İngilizce şarkıyı söyleyebiliyorsun. Twinkle little star, five little monkey, baa baa sheep bunlardan. Ayrıca hayvan isimlerinde bazılarının da  İngilizcelerini biliyorsun. Bugün ilginç bir şey oldu. Kanepede zıplarken "anne bak jump yapıyorum" dedin. Sana bunu öğretmemiştim. Five little monkey şarkısından bu kelimeyi öğrendiğini düşünüyorum. Çok hoşuma gitti. Umarım ilgin hep böyle devam eder.

26 Ocak 2013 Cumartesi

Bu Tehlikeli Bir Şey Anne!


Bence bugünü en iyi ifade eden söz bu. Bugün, dün aniden artık bez kullanmayacağım diyerek çıktığımız tuvalet eğitimimizin ikinci günüydü. Ve sen küçük kelebeğim beni hiç yormadın. Yine iki, üç kazamız oldu ama dert değil. Çünkü daha dün bir, bugün iki…J
Bugün ilk kez kakanı da yaptın lazımlığa. En çok bundan korkuyordum. Çünkü ağbinde kötü tecrübelerim vardı. Artık kolaylıkla oturuyorsun lazımlığa. Ama gözlerini koskoca açıp benim gözlerime bakıyorsun. Sanki en ufak bir alarmda fırlayacakmış gibi. Ben gülümsüyorum seni ürkütmemek için.
Bugün beni yine çok şaşırttın. Günler önce çatal için sana “Asya bu tehlikeli bir şey eline batabilir” demiştim. Hatta acıtmadan biraz eline batırmıştım ki sana zarar verebileceğini anlaman için. Bugün sen aynı kelimeleri lazımlık için kullandın. Lazımlığın iki yanına sımsıkı yapışmış şekilde “anne bu çok tehlikeli bir şey” dedin, iki kez. Çok şaşırdım ve hoşuma gitti. Sanırım içine düşeceğini ya da canını acıtacağını düşünüyorsun. Bir bilsen ki hayatta daha ne zorluklar var böyle atlatman gereken. Büyümek sancılı bir yol bebeğim. Dilerim bu yolda hiç yorulmazsın ve bütün tehlikeleri kolaylıkla atlatırsın.
Çok hızlı büyüyorsun. Ve ben sana yetişemiyorum hissine kapılıyorum. Seni çok seviyorum…

25 Ocak 2013 Cuma

Bol Çişli Bir Günün Ardından…


Dün akşama doğru seninle hem alışveriş yapmak hem de biraz dolaşmak için anneannenle birlikte çıktık. Kağıt bezin bitmişti. Marketten dönerken serviste bir anne ve kızı da vardı. Anne, kızının senin yaşlarındayken bezi bıraktığını söyledi.
Aslında 18 aylıktan itibaren ilk sinyalleri vermeye başlamıştın. Birçok kez anne çişim geldi dediğin hatırlıyorum. Ama okuduğum kitaplar 20 aydan itibaren tuvalet eğitiminin başlaması gerektiğini söylüyordu. Erken davranıp yanlış yapmak istemedim. 20 aylık olduğunda büyük bir hevesle sana üzerinde sincaplar olan bir tuvalet adaptörü aldım. Çok beğendin ama asla oturmadın. Beni “sincapa çiş yapacam” deyip banyoya götürüyordun sonra lavaboda suyla oynamaya başlıyordun.
Sonra bir lazımlık almaya karar verdim. Ama nasıl bir şey alacağımı bilemiyordum. Uzun süre araştırdım. Babanla gittiğimiz her alışveriş merkezine, her mağazaya baktık. Beğenemiyorum, beğenmiyorum…  Hatta bir gün bir alışveriş merkezindeki lazımlığı yine es geçiyordum ki sen kucağımda avaz avaz bağırmaya başladın “Çişimi tuvalete yapıcam”
Ertesi gün baban ilk gördüğü lazımlığı aldı. Olabilecek en sıradan ve basit lazımlık. Bayıldın.. Çekilin yoldan Asya geliyor… Onu araba yaptın… Giysilerin varken oturuyordun zaman zaman. Ama popon açıkken kesinlikle oturtamadık. Çok da üstelemedim. Ama her bezini değiştirme fasıllarında artık zamanının geldiğini tuvalete yapman gerektiğini konuşuyorduk. Bazen bebeklerinin çişini yaptırdık.
Bugün ilk bezini çıkarırken aniden yenisini takmama kararını verdim. Yarım saatte bir lazımlığa oturmak için gittik. Ama ne mümkün, altın açıkken kesinlikle oturmuyorsun. Çeşitli yollar denedim akşama kadar. Çok sevdiğin bir kitapla şantaj mı yapmadım, hayatında iki kez yediğin lolipopla rüşveti mi denemedim. Hatta bir ara bir parmağım yukarda seni tehdit ederken buldum kendimi, hemen indirdim tabi. Hiçbiri işe yaramadı. Tabi bu arada banyo ağzına kadar çişle ıslanmış giysilerinle doldu. Yarın ne giyeceksin bilmiyorum… Bir ara pes etmeyi düşündüm. Altına bez bağlayacaktım. Ama intte okuduğum bir yazı bu işe başladıysanız kesinlikle tekrar beze dönmeyin yazıyordu. Hayda kaldık mı iki arada… Diye düşünürken ve benimde artık pilim bitmişken aklıma son bir fikir geldi. Hadi bebeklerine havuz yapalım dedim ve koşarak banyoya gittik. Küçük bir leğene su koyduk ve sen hiç itiraz etmeden lazımlığa oturdun. Oturmakla da kalmadın ilk çişini yaptın. Hemen teyzeni aradık müjdeyi verdik babanı da aradık ama ulaşamadık. Yatana kadar üç kere yaptın. Yarın ne olacak merak ediyorum. Bir kere baş koyduk bu yola. Hayrola….

24 Ocak 2013 Perşembe

İLK Mimim


Merhaba 23 aylık bebeklerin genel özelliklerini araştırırken tanıştığım bloğu ile bana geç de olsa yeni bir dünyanın kapılarını açan sevgili Bahar, işte ilk mimim.

Şu an olsa çok sevinirim.
Kızımı gözüm arkada kalmadan bırakabileceğim, evimize yakın bir kreş bulsam. Çocukların yaz, kış oynayabilecekleri benim de çiçek, sebze ve meyve yetiştirebileceğim bahçeli bir evim olsa, 

Şimdi orada olmak vardı
Aslında şimdi olmak istediğim yerdeyim. Ama bir süre önce görür görmez vurulduğum Avusturya’daki bu kasabada da olsam fena olmazdı.

  
Neleri özlüyorum.

İşte bu beni can evimden vurur. Tam bir eski günler manyağıyım çünkü. Geçmiş iyide olsa kötü de olsa özleniyor nedense. Geçmişten neyi özlemiyorum ki. Çocukluğumu, eski arkadaşlıkları, çocukluğumun geçtiği sokakları, kokuları, tatları ve tabi en önemlisi babamı..
Ama geçmişten bir enstantene istersen…
Bir kış günü, Pazar sabahı.. Masmavi gökyüzü, bembeyaz bulutların arasından bir görünüp bir kaybolan güneşin parlak ışıkları erimeye yüz tutmuş karların üzerinde parlıyor. Evimizin içi annemin sabah yaktığı ama artık sönmeye yüz tutmuş sobanın sıcaklığıyla dolu. Arada sobaya gidip yapışıyorum. Canım acıyana kadar bekliyorum. Ve fonda TRT’nin Pazar Konseri.
Sırf bu anı hissetmek için her Pazar mutfakta kahvaltıyı hazırlarken radyo 3’ü açıyorum sonuna kadar. Hele birde yerde kar, gökyüzünde güneş varsa değmeyin Pazar keyfime.


Çok severim.

Başarılı olmayı. Okumayı, Ailecek film izlemeyi. Desperate Housewife'n her bölümünü en az üç kez seyretmeme rağmen tekrar tekrar izlemeyi. Oğlumla o okuldan geldikten sonra sohbet etmeyi. Kızımla kitap okumayı (Ama güzel ve Çirkin olmasın lütfen ezberledim artık günde on defa da okunmaz ki)

Nefret ederim.

Bencillik. Umursamazlık. Hiçe sayılmak

Bugünlerde çok fazla dinledim.

Bugünlerde çok fazla müzik dinleyemiyorum. Ama kızımla küçüklüğünden beri Cibelle - Green Grass, Frank Sinatra - I Love You Baby dinleyip zıplamaktan keyif alıyoruz.

 

Şimdiki ruh halim.
Yorgun, biraz tedirgin ve umutlu

Teşekkürler…

Biz cuk cuksuz ne yapacağız?


Bizi gören herkes bırak artık şu memeyi kocaman oldu neredeyse iki yaşına girecek, bir faydası kalmadı, süt su oldu, sana da yazık diyorlar.  Ben de biliyorum. Nasıl bilmem iki yıla yakındır, yataktan dayak yemiş gibi kalkıyorum. Arabada, alışverişte, misafirlikte, takside “Anne cuk cuk” diyeceksin diye aklım çıkıyor. Ama daha arabaya biner binmez başlıyorsun. Cuk, cuk, cuk cuk…
Bazen benimde kolayıma geliyor, yalan değil. Gecenin en güzel anlarında, sen kıvranmaya başlayınca ağzına memeyi veriyorum ve abuk bir şekilde de olsa uyuyorum.
Her ne kadar iki yaşına kadar anne sütünün bağışıklığı güçlendirdiğini düşünsem de bazen dayanılmaz oluyor bu da doğru. Özellikle vücut şeklimin bozulduğunu düşünmek beni üzüyor.
Ama gerçeği söylemek gerekirse memeden seni nasıl keseceğimi de bilmiyorum. Çünkü ağbini hiç emziremedim. O yüzden sen doğduğunda o ne zaman isterse o zaman bırakıcam gibi ütobik laflar bile ediyordum. İstiyorum ki bu işi en doğru zamanda, en doğru şekilde yapayım. Göğsüne kıl yumağı yapıştır falan diyorlar. Ama eminim sen çekip alır tekrar emmeye devam edersin.
Bir kitapta memeyi bırakmaya anne ve bebek beraber karar verir diyordu. Galiba o kitabı yazan bir erkekti.
Biliyorum sen de artık yavaş yavaş zamanı geldiğinin farkındasın. Çünkü gündüzleri meme istediğin zaman hınzır gülücükler atıyorsun. Gelip beni (aslında göğsümü) okşuyor, hayran hayran bakıp ardından patlatıyorsun “Anne cuk, cuk istiyom”. Ya da bebeğini veya dün yaptığın gibi eşeğini getirip, emmek istiyor deyip sonra tam ben onu emziriyor gibi yapacakken sen oyuncağı elimden alıp fırlatıyor ve aç bir kurt gibi saldırıyorsun. Bense sadece izliyorum. Ve düşünüyorum “biz cuk cuksuz ne yapacağız?”…

22 Ocak 2013 Salı

Mucize Bebeğime


Canım kızım…
Seni ve bizi sana anlatmak için çıktım bu yola. İstersen sana neden Kar Tanem dediğimle başlayayım.
Sen benim mucize bebeğimsin.  Neden mi? Sana hamile kalmadan önce doktora kontrole gittiğimde doktorum bana bende her iki yumurtalıkta da çikolata kisti olduğunu ve kesinlikle çocuğum olamayacağını söyledi. Ameliyat olmam gerekiyordu ve Ağustos ayı için gün alındı. Sanırım Haziranda ben tekrar doktora gittim ve hamile olduğumu öğrendim. Doktor çok şaşırdı ve düşük riskimin olduğunu söyledi. Her hafta kontrole gidecektim. Yalan değil ilk zamanlar her an düşük olabilir diye bekledim. Olsun diye değil ama. Bir hafta sonra gittiğimde bir de ikizin olduğunu öğrendik. Doktor yine hayretler içinde… Ama onun büyümeyebileceğini de belitti. Öyle de oldu. O yok olurken, seni besledi. Hamileliğim yaşımın ileri olmasından mıdır nedir, zaman zaman ağır geçti. Çünkü idrar yolları iltihabıyla başlayıp, dönemin bütün moda griplerini geçirdim. Sonuncusunda 10 iğne…
7 Mart 2011, Pazartesi, saat 10:30’da dünyaya gözlerini açtın. Cumartesi doktorumuza son kontrole gittiğimde, “pazartesi bebeği artık alalım Arzu” dedi. “Tamam” dedim. İki gün sonra doğacaktın, ertesi gün de seni alıp evimize gelecektik ve hayatımıza kaldığımız yerden bir fazla devam edecektik ama ÖYLE OLMADI.
Ben, anneannen ve baban o sabah erkenden hastaneye gitmek için yola çıktık. Meğer o gün son 7 yılın en soğuk günüymüş. Resmen tipi var. Kar, kış, kıyamet…
Odamın penceresinden dışarıyı seyrettim. Eğer bir hastane odasında olmasam saatlerce seyredebilirdim. En sevdiğim manzaradır kış manzarası. Sen böyle bir günde doğdun. Küçük bir kar tanesi.. Eşsiz, benzersiz, özel…
Sen doğduktan 1 saat sonra ben derin acılarla kıvranırken seni yanıma getirdiler. Allahım sanki bir çift kırmızı gül yaprağı dudakların… Gözlerin kapalı ama olmayan kaşların tıpkı şimdi bize kızdığın zamanlarda yaptığın gibi çatık. Seni emzirmeye çalıştım. Biraz emdikten sonra bıraktın. Yorgunluğuna verdik. Sonra tekrar ve tekrar. Her seferinde daha az emdin. Ve bir süre sonra hiç emmez oldun. Hemşirelerin giydirdiği eldivenlerini çıkardığımda tırnaklarının morarmış olduğunu gördüm. Biraz endişelendim ama kontrole gelen doktor her seferinde “bebeğin gayet iyi annesi” deyip gidiyordu.
Bu, gece 3’e kadar devam etti. Bir hemşire fark etti hastalığını hemen seni aldılar ağlata ağlata serum taktılar. Babanı çağırdım. Bebek yoğun bakım bölümü olan başka bir hastaneye gitmen gerekiyordu. İnanılmaz bir tipi var. Ambulansla giderken, küçük bir kaza bile atlattınız. Ve seni benden ayırdılar. Tam 18 gün…
Ertesi gün oranın doktorunu seni sormak için aradığımda hemşire doktorun bir müdahalede olduğunu cevap veremeyeceğini söyledi. Arkadan bir bebeğin ağlama sesleri…
Meğer o bebek senmişsin. Seni bağırta bağırta acilen göğsünü delerek tüp takmaları gerekmiş. O gün seni görmeye gittiğimizde orada ölebilirdim. Her yanından tüpler kablolar geçiyordu, zor nefes alıyordun. Meğer anne karnında zatürre mikrobu kapmışsın. Doktor Allahtan ümit kesilmez diyor. Ben ümitsiz, çaresiz…
Ama sen güçlüydün. İlk birkaç gün durumunda bir değişiklik olmadı. Çaresizce yanına gelip sana bakıp ağlaya ağlaya dönüyordum. Bomboş akan sütlerimi biriktirmek bile beyhude geliyordu. Sonra bir gün hemşire benden süt istedi. Artık damardan değil biberonla besleyeceklerdi seni ve ben her gün poşet poşet sana süt getirdim. Bir gün seni yine ziyarete geldiğimde hemşire göğsümü açmamı seni kucağıma vereceğini söyledi. İnanamadım, dünyalar benim oldu.Daha da güzeli göğsüme verir vermez senin memeye saldırışın. Hem ağlıyorum. Hem emziriyorum. Diğer göğsümden sütler yerlere akıyor. Gözyaşım süte, sütüm gözyaşına karışıyor ve sen emiyorsun. Mucize gibi…
Her geçen gün daha güçleniyorsun. Hatta benim odaya girdiğimi çıktığımı hissedip ona göre tepkiler veriyorsun. Küvözü ayaklarınla çıkmak istercesine tepiyorsun. Hemşireler şikayet etmeye başlıyorlar ve bir iki gün daha kalman gerekirken, seninle 18 gün sonra aynı yatağı paylaşıyoruz. O gün bugündür…

21 Ocak 2013 Pazartesi

Kış Güneşinde Bir Bahar Dalı


Kışın ortasında çok güneşli bir güne uyandık bugün. Dışarı çıkmayı ne kadar çok seviyorsun. Hemen “apakalarımı giyecem” diye koştun. Ve gözlüğün… Bu sıralar gözlükle dışarı çıkmaktan çok hoşlanıyorsun. Çıkmadan takıyor ve eve gelene kadar hiç çıkarmıyorsun. Güneş gözlüğüne çok tahammül edemeyen biri olarak bana ilginç geliyor. Bugün ilk defa bebeklerinden birini de dışarı çıkarmak istedin. Taşımakta zorlansan da bana vermedin. Önce kuşların yemesi için kuru ekmekleri bir ağacın altına döktük. Sen kuşları çağırdın. “Gelin memek yiyin”
Biraz dolaştık ve evin yakınlarında bir kreşi görmek amacıyla gittik. Hiç beğenmedim. Dilerim zamanı geldiğinde seni böyle bir yere bırakmak zorunda kalmam. Çocukların yattıkları yer resmen idrar kokuyordu. Doğduğun günden itibaren elimden geldiğince hijyenik bir ortamda seni büyütmeye çalışırken, nasıl öyle bir yere bırakırım. Ben asıl oradaki çocuklara üzüldüm. En küçüğü 16 aylık. Ve anneler, hangi anne çocuğunu öyle bir yerde görmek ister.
Evimize geldiğimizde iyice yorulmuştun. Yemeğini yedikten hemen sonra uzun bir öğle uykusu.
Dilerim işe başlayana kadar her günümüz bir önceki günden özel olur. 

İlk Yazım




Hayatıma, hayatımıza girdiğin ilk günden bu yana hep umut ışığımız, gülen yüzümüz oldun. Bir bahar çiçeği kadar taze, bir kardelen kadar güçlü oldun hep. Seninle gülmeyi güldürmeyi yeniden anımsadık sanki. Hani “anne ben üzülmüyorum, mutlu oldum bak” diyorsun ya, hani gözlerin kapanıncaya kadar gülüyorsun ya, işte o zaman yaşadığımı nefes aldığımı hissediyorum. Kitaptaki bir böceğin ağlamasına dahi üzülüp o minik ellerinle teselli eder gibi okşayıp “ağlama, ağlama” diyorsun ya, işte o zaman ben de kalbinin o sonsuz sıcaklığına ve ve şefkatine sığınıyorum. Küçük sevgi dolu kalbin benim büyük ama katılaşmış kalbimi eritip adeta kendi içine alıyor. Ben sen oluyorum. Ne çok şey var seninle ilgili yazmak istediğim. Neredeyse iki yıl oldu aramıza katıldığın. Ama onlarca şey birikti, taştı. Seninle ilgili tüm bu güzelliklerin sadece bende kalması olmazdı, minik kuşum. Her gün onlarcasını yaşadığım bu mutlulukları sadece kendime saklarsam hem benim naçiz zihnimde birer birer yok olup gidecekler hem de sen büyüdüğünde bunları okuyamayacaktın.
İşte bu yüzden açtım bu bloğu. Sana seni anlatmak için. Sana seninle değişen güzelleşen hayatımızı anlatmak için. Bize kattığın tüm güzellikleri, seninle paylaşmak için.
Adını da Kar Tanem koydum. Neden Kar Tanem koyduğumu, başka bir yazımda uzun uzun anlatacağım.
Kimse okumasa da bir gün bu yazdıklarımı senin okuman umuduyla hep yazmaya devam edeceğim. Senin için ve belki kendim için… Küçük Kar Tanem…
Hadi yine saklambaç oynayalım. Ve sen saymaya başla; “Bir kar tanesi, iki kar tanesi, üç kar tanesi…..”